Jung Terapileri
Jungçu terapilerin dayandığı Jung'un temel prensipleri
Bilinçdışımızda koruyucu bilge bir yön bulunur.
Hayvanlardan farklı olan yalnızca üstün bilincimiz değildir. Evrim taşeronluğunda bilinçdışımız da zeki bilincimize hakkıyla hizmet edebilmek üzere aynı oranda donanmış gözükmektedir. Bu donanım sadakatle bağlılık ile birleşince adeta bilgelik işlevine dönüşmüştür. Bilinçli akıl yeniyetme yaşlarındaki zeki ve vizyoner şehzade gibiyse bilinçdışı gölge yönü dışında deneyimli bir sadrazam gibidir. Tabi ki bilinçdışımız sadece bu yönden ibaret değildir. Yani bilinçdışımızda hayvansal tanrısal bilge yönümüz kadar hayvansal gölge yani karanlık yönümuz de bulunur.
Kolektif bilinçdışı yaşantımızdaki en etkili katmandır
Bilinçdışına bilgelik atfetmesine en önemli neden Jung'un kolektif bilinçdışını ve kişisel bilinçdışını yönlendiren derin koruyucu programını keşfetmesi olmuştur. Bu katmanda evrim sürecinin deneyimleriyle kazanılmış, Jung’un arketip olarak adlandırdığı modelleyici soyut kalıplar bulunur. Kolektif bilinçdışımız kişisel bilinçdışımız taşeronluğunda çalışır. Biz farketmesek de bu katman tüm davranışlarımızın azmettiricisidir. Jung'un arketip dediği bu kalıplar genetik geçişle yeni nesillere aktarılır ve türün kazanımlarının geriye gitmesinin önüne geçerler. Günlük yaşantımızda çevremizdekiler ve kişisel anılarımızda olanlar kadar ön planda gözükmeseler de, asıl azmettirici temel etkiler, kolektif bilinçdışımız ve bunların yapıtaşları olan arketiplerden gelir. Arketipler güneş, ateş, hava gibiyse kişisel bilinçdışımız odun-kömür sobası, çağın ruhu ise kalorifer, klima gibi etkilidir.
Bilinçli akıl evrimde yeni bir katmandır.
Oysa bizi yüzbinlerce yıl bugünkü bilinçdışına benzer katmanlar yönetmiştir. Bugünkü hayvanları hala büyük ölçüde bu katmanlar yönetmektedir. Yani bilinçli farkındalığımız olmadığında bile ruhsal yönetimimiz görevi başındadır. Anlaşılacağı üzere burada bilinç nörölojik anlamda yani komada olmama anlamında değil, düşüncelerinden haberdar olma anlamında kullanılmaktadır. Bu Homo sapiens aşamasının Descart'a göre bir sapiens daha eklenerek yani düşündüğünü düşünen insan olarak yorumlanmasıdır.
Ruhun akıl dışı işlevleri sezgi, duygu ve duyumsamalardır. Bu işlevlerden özellikle sezgi en kadim değerdir ve bilinçdışının derinliklerinden çıkan bileşke karar gibi etkilidir. Ne yazık ki çağımızda özellikle sezginin yolu kapatılmış, ruhsal divanımızdan sürgüne gönderilmiş gibidir. Evrim taşeronluğunda en gelişmiş olan insan zekası, çağımızda henüz olgunlaşmadan tahta çıkarılmış fazlaca şımartılmış zeki, vizyoner ancak toy bir veliaht şehzade gibidir. Oysa ruhsal divanımızda bilinçdışının güçleri olan diğer işlevler de yer almalı ve aklın toy ve despot yönetiminden kurtulunmalıdır.
Ruhumuz da tıpkı dualite dünyası gibi karşıt çiftlerden oluşur.
Ruh sağlığı dış dünyaya ve kendi içimize uyum yapabilme demektir. Gerek evren ve Jung'a göre ona paralel giden iç evrenimiz (ruhumuz) karşıtlıklar prensibiyle çalışır. Gece-gündüz, doğum-ölüm, sıcak-soğuk gibi iyi-kötü, sevgi-nefret bunlardan bazılarıdır. Buna göre aslında ruh sağlığı karşıtlıklar arasında bir denge sağlanması demektir. Örneğin bilinçdışımızda tanrısal bir bilge yaşadığı kadar, vahşi bir hayvan benzeri karanlık ve enerjik bir yön de bulunur. Bu yön gölge yön olarak adlandırılır. Freud’ın id olarak adlandırdığı altbene benzer bir kalıptır.
Gölge yönümüzle barışılmaması tehlike yaratır.
Gölge hoşlanmadığımız ve genellikle karanlık yönlerimizi içinde toplayan ve bizi neredeyse sürekli takip ettiği için Jung tarafından böyle adlandırılmış önemli bir arketipsel kalıptır. Bilinçdışımız günlük yaşamın olağan imajlarına uzak olsa da özümüzdür. Gölge ise kendimizden bile gizlemek istediğimiz kaka yönlerimizi içerir. Hoş olmasa da kakamızla karşılaşmak zorunda olduğumuz gibi gölge yönümüzle de tanışmak ve sürekli irtibat kurmak zorundayızdır. Aksi takdirde ruhumuzda kabızlık ve hatta barsak düğümlenmesi gibi tehlikeli komplikasyonlar olur. Kolektif anlamda da terör, savaş gibi toplumsal boyutta bulaşıcı tehlikelere götürür. Jung bilinçdışı korkutucu değildir ama barışmamak korkutucu sonuçlara yol açabilir demiştir.
Rahatsızlıklar ruhsal dengemizin bozulduğunu gösterir ama...
Ruhumuz ilerleme ve denge arar. Fakat denge ilerlemeden de önemlidir çünkü görünen o ki denge uğruna bir çok kişide ilerleme feda edilir. Freud bu duruma takılma, Jung bireylesememe, Gestalt okulu ise kendini gerçekleştirememe der. Freud 5 yaşam evresi tanımlamıştı. Bunlar oral, anal, fallik, latent ve genital evrelerdi. Kuramına uygun olarak psikoseksüel gelişim evresi olarak tanımladığı bu evreler ergenlik çağında bitiyordu çünku seksüel gelişme burada sonlanıyordu. Oysa Junga gore ruhun gelismesi yalnızca cinsel gelişime bağlı değildi ve de insan ergenlikten sonra da gelişmesini devam ettiriyordu. Hatta orta yaştan sonra yaşamını kurma gailesinden uzaklaşabilirse bir başka boyuta taşıma geregini hissediyordu. Bu boyut anlam boyutuydu. Aslında her yaşam evresinde önemli olan anlam orta yaslardan sonra bilgelik tevazusuna ulasmaya çalışıyordu. Görüşlerini sistematik bir bicimde ifade etme zorluğunu her daim yasayan Jung'un çok daha önce onerdigi ancak biraz da Freud'la kapıştığı için o dönem görmezden gelinen ergenlik sonrası 3 evreyi (genç eriskinlik, orta yaş ve yaşlılık) Erik Erikson ekleyip Freud'dan farklı olarak bunlara psikososyal evreler diyerek Jung'un görüşlerine yaklaşacaktı. Erikson her evrenin gorevlerini de ifade ediyordu.
Bu denge sabit bir tahtanın üzerinde dengede durmaya da benzemez. Bu denge en az sekiz değişken akıntılı bir nehirde sörf tahtası üzerinde durup ilerleyebilmeye benzer. Ruhsal rahatsızlıklar bu dengenin bozulduğunu gösterir. Jung bilinçdışımızdan bilgiler getiren rüyaların bilinç-bilinçdışı dengesini onarıcı bir yönü olduğu gibi ruhsal rahatsızlıkların da ruhumuzu onarma, açıkları giderme işlevi olduğunu savunur. Bundan da önemlisi yıkım gibi görünen ruhsal rahatsızlıklar, aslında yeni bir yapılanmanın temel çukuru da olabilir. Bırakın ruhsal rahatsızlıkları, ağır ruh hastalıkları bile aslında en az bir yönüyle güçlülüğün veya güçlenmenin zaafıdır. Unutmayalım ki bozuk yolda mercedesler daha çok arıza yapar ve doğada en zayıf olunan zaman genelde iyiye doğru dönüşüm zamanlarıdır. Örneğin bir yılanın en zayıf olduğu dönem bebeklik, deri değiştirme veya gebelik dönemleridir.
Eşzamanlılık
Eşzamanlılık, aralarında nedensel bir bağlantı olmayan durumların anlamlı gözüken bir araya gelişlerini tanımlamak için Jung'un bulduğu terimdir. Rastlantı yalnızca matematiksel olarak geçerlidir. Aslında evrende olan her şey aralarinda mantıklı bir ilişki olmasa da başka bir boyuttan ilintili gibidir. Evrim bile böylesi anlamlı rastlantılar zinciri olarak görülebilir. Doğa bu yönüyle de güven ve saygı gerektirir. İşte bu nedenle Jungçu bakış açısında terapist kişinin dış faktörlerine aktif müdahalden çekinir, kişinin iç faktörlerini fabrika ayarlarına döndürmek için elinden geleni yaptıktan, yani iç faktörlerini düzenledikten, iyi çalışması için her seans elinden geleni yaptıktan sonra tevekkülle hastasının değişimini bekler. Ona da içsel ve dışsal faktorlerin olgunlasmasını beklemesini tavsiye eder. Bu da kültürümüzün yüksek kabulleriyle, özellikle tasavvufi düşünceyle uyumludur. Bu yüzden de Jungçu terapist dış etkenlere diğer terapiler kadar bile yönlendirme yapmaz. Gebeliği takip eden bir kadın doğumcu gibi davranır. Murfy kuralındaki gibi her şeyin olacağına varacağını hisseder. Aksaklıkları önlemek için elinden geleni yaptıktan sonra doğanın yüz binlerce yıldır anlamlı sonuçlara götürmesiyle kanıtlanmış, bilinmeyen bir boyuttan organize etme ve yönlendirme gücüne güvenir.
İnsanı büyük ölçüde arketiplerin etkisinde olan kompleksler yönetir
Jung kompleks kavramını geliştiren isimdir. Ona göre bilinçdışımızdaki kompleksler tahakküm edici bir etki yaparlar. Bu kompleksler aşırı düzeyde olan aşağılık kompleksi gibi hastalıklı, veya anne, oidipus kompleksi gibi normal olarak atfedilecek bir yapıda olurlar. Jung kompleks kavramını mesleğinin başında çağrışım testi vesilesiyle geliştiren isim olsa da, klasik terapilerinde kompleksleri doğrudan çalışmamış, daha çok rüya analizleriyle bilinçdışına ulaşmaya ağırlık vermiştir. Günümüzün çağdaş bilişsel ve şema terapileri şema adını verdikleri bu komplekslerle daha doğrudan çalışmaktadır.
Psikiyatrik kuramlar birbirinden çok ayrı değildir.
Farklar daha ziyade kişilik tipine göre bakış açılarının epeyce değişmesinden kaynaklanır. Herkes Mevlana'nın Mesnevi'sindeki kör gibi file neresinden dokunursa orayı filin bütünü sanır. Örneğin Jung'a göre bir içedönük ve bir dışadönük file değişik açılardan dokunur. Jung, dogmatik yaklaşımlara karşıdır ve ona göre her bakış açısında ve yaklaşımda yararlanılacak bir şeyler vardır.